DEREN KOCAMANOĞLU-12.09.2023-HİBYA- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ulucanlar Cezaevi’nde düzenlenen Yeni Anayasa Sempozyumu’nda konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasından bazı satır başları şöyle:
“Bir sağdan bir soldan mantığıyla 50 kişinin idam edildiği velhasıl nerdeyse her hanenin yaşanan acılardan nasibini aldığı o meşum günler hafızalarımızdan asla silinmedi, silinmeyecek. Şu Ulucanlar Cezaevi’nin, Mamak Cezaevi’nin, Diyarbakır Cezaevi’nin, Sağmalcılar Cezaevi’nin dili o olsa da o günler anlatsa. İdamından sonra yargılandığı suçla ilgisinin olmadığı ortaya çıkan veya Hüseyin Kurumahmutoğlu gibi işkenceyle öldürülen gençlerimizin vebali darbecilerin yakasını öteki dünyada da bırakmayacaktır.
Darbenin üzerinden 7-8 yıl geçtikten sonra idamla yargılananlar dahil dipçik darbeleriyle cezaevine tıkılanların tamamına yakını serbest kaldı. Sadece bu örnek bile yargılamasından infazına tüm safhalarıyla yapılan işin ne kadar göstermelik olduğunun işaretidir. Tabii 12 Eylül yönetiminin ülkemizin kalbine sapladığı en büyük hançer, üzerinde halen konuştuğumuz, tartıştığımız 1982 Darbe Anayasasıdır. Her ne kadar 1987’den itibaren 23 kez değiştirilmiş, hatta 2017’de tarihi bir yönetim sistemi değişikliğine gidilmiş olsa da elimizdeki metin, hala bir darba anayasasıdır. Yapılan değişikliklerin her biri elbette önemlidir. Ama her değişikliğin anayasanın yazım ve anlam bütünlüğünü bozduğu da bir gerçektir.
Biz bu amaçla yaklaşık 10 yıl önce Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bir yeni anayasa çalışması başlattık. Daha önceki anayasa değişikliklerine göre en geniş siyasi katılımlı bu çalışma muhalefet partilerinin tabiri caizse ‘yan çizmeleri’ sebebiyle akim kaldı. Buna rağmen ülkemizi yeni, sivil, demokratik, özgürlükçü ve kuşatıcı bir anayasaya kavuşturma hedefimizden vazgeçmedik.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş yapılırken anayasayı tümden, yeniden yazma teklifimiz yine muhalefetin uzlaşmaz tavrı sebebiyle maalesef hayata geçemedi. Yine de milletimize verdiğimiz sözün takipçisi olmayı sürdürdük. Milletimizi hak ettiği anayasaya kavuşturma idealimizden hiç kopmadık. Geçtiğimiz yıl önce anayasa konusunda söyleyecek sözü olan bilim insanlarımızın ve sivil toplum kuruluşlarımızın temsilcilerinin katıldığı bir dizi çalıştay düzenledik. Ardında da diğer siyasi partilerle müzakereye esas olacak ve milletimize takdim edeceğimiz kendi anayasa metnimizi hazırladık. Maalesef bu süreçte Cumhur İttifakı otakları MHP ve AK Parti dışında yeni bir anayasaya metni hazırlayan siyasi teşekkül çıkmadı.
Muhalefet cenahında sürekli lafını etmesine, her fırsatta istismarını yapmasına rağmen iş somut adım atmaya geldiğinde hemen dümeni başka tarafa kırıp, ortadan kayboluyor. Bu defa da aynısını yaptılar.
Bizim milletimize karşı hem sorumluluğumuz hem sözümüz var. Bunun için yeni anayasa meselesi daima gündemimizin ilk sıralarında yer almayı sürdürüyor. İletişim Başkanlığımız ile Hukuk Politikaları Kurulumuzun düzenlediği bu sempozyumu da yeni anayasa kararlılığımızın bir ifadesi olarak görüyorum.
Türkiye Yüzyılı hedefimizin unsurlarından biri olan yeni anayasayı milletimize kazandırana kadar çalışmayı, gayret etmeyi, mücadeleyi asla bırakmayacağız. Dünyada Birleşmiş Milletler’de temsil edilen ülke sayısı kadar anayasa vardır. Her ülke kendi tarihine, siyasi, sosyal ve kültürel yapısına, ihtiyaçlarına göre ayrı bir anayasa süreci yaşamıştır. Türkiye’nin anayasa geçmişi de 200 yılı buluyor. Cumhuriyet Dönemi’nde de muhtelif anayasa tecrübelerimiz olmuştur. Ancak 27 Mayıs 1960’dan itibaren anayasalarımız maalesef darbe yönetimleri tarafından şekillendirilmiş ve yürürlüğe konmuştur.
Anayasanın darbe ikliminde gerçekleştirilmiş bir referandumla kabul edilmiş olması gerisindeki sorunlu fotoğrafı değiştirmiyor. Halbuki Türkiye gibi 2 bin yıllık devlet geleneğine, coğrafyasında bin yıllık hakimiyetine, ilk asrına ulaşan Cumhuriyet tecrübesine, 73 yıllık demokrasi birikimine sahip bir ülke çok daha iyi bir anayasayı ziyadesiyle hak ediyor. Elbette anayalar değişmez metinler değildir. Bunu da iyi bilelim.
Ülkemizdeki anayasa girişimleri 1808 tarihli Sened-i İttifak ile başlatılır ve 1876 tarihli Kanuni Esası ile gerçek anlamda vücut bulur. Milli Mücadele’nin meşru zeminini oluşturan anayasa, 1921 yılında. Yani savaşın en şiddetli günlerinde hazırlanıp, yürürlüğe girmiştir. Tek başına bile milletimizin ve ülkeyi yönetenlerin hukuki meşruiyet konusundaki hassasiyetini bu anayasa göstermeye yeterlidir. Ardından gelen 1924, 1960 ve 1982 anayasalarının her birinin kendi dönemlerine ilişkin ayrı hikayeleri vardır. Bugün bize düşen görev, Cumhuriyetimizin 100. yılında ülkemizin sahip olduğu bu derinlikli birikimin üzerinde kendi hikayemizi yazıp, gelecek nesillere en büyük mirası bırakmaktır.
Dünyanın teknolojiden iklime her alanlar birlikte siyasi ve sosyal yapılarında köklü değişimine şahit olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Böyle bir dönemde Türkiye Yüzyılı iddiamızı hayata geçirebilmek için sadece altyapımızı güçlendirmek, vizyonumuzu genişletmek yetmiyor. Tüm bunlara uygun geçmiş birikimleri geleceğin hedefleriyle bütünleştiren yeni bir anayasaya ihtiyacımız olduğu bir gerçektir.
Bizi darbe anayasası gölgesinden kurtaracak olması bile yeni anayasa çalışmalarını kıymetli kılmaya tek başına kafidir. Hiç şüphesiz yeni anayasa metni, sihirli bir değnek gibi ülkenin siyasi, sosyal, ekonomik yapısını bir anda değiştirip Türkiye’yi bir masal diyarı haline getirmeyecektir. Ancak milletin ortak değerlerini, ülkenin ortak geleceğini, devletin bekasını, insanların doğuştan gelen hak ve özgürlüklerini, siyasi aktörlerin uzlaşmasını velhasıl tüm bunları şüpheye yer bırakmayan bir meşruiyet zemininde kuşatan yeni anayasanın Türkiye’ye çok şey katacağız açıktır.
Önemli olan anayasaları modern dünyanın güzel kavramlarıyla süslemek değil, bu metinlerin ruhuna uygun yönetimler ve uygulamalar ortaya koymaktır. Anayasa metinlerinin kısa veya uzun olmasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Her sistem onu işletecek kişilerin anlayışına ve tarzına göre somut uygulamalara dönüşür. Bize düşen sistemi mümkün olan en sağlam, en gerçekçi, en sürdürülebilir şekilde kurmaktır.
Vesayetten darbeye, nice yükü omuzlarından atan Türkiye’nin 12 Eylül Anayasası konusunda da bunu yapacak dirayete sahip olduğuna yürekten inanıyoruz. Darbe direktifi olarak değil, gerçek bir toplum sözleşmesi olarak hazırlanmış yeni anayasayı ülkemize kazandırana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.
Libya’da meydana gelen sel ve su baskınlarında hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Sahadan aldığımız bilgiler, gerçekten büyük bir doğal afetin yaşandığını gösteriyor. Kayıplarla birlikte vefat sayılarının maalesef daha da artacağı anlaşılıyor. Türkiye olarak bugüne kadar nasıl Libya halkını yalnız bırakmadıysak bu zor günlerinde de tüm imkanlarımızla kardeşlerimizin yanındayız. Sadece Libya değil, aynı zamanda Fas’ın da yanındayız.”
SANAYİ HABER AJANSI
EKONOMİ GÜNDEMİ