Nihayet korkulan oldu ve Gazze savaşı bölgeye sıçradı. Yemen’deki Husiler küresel ticaretin yüzde 12’sinin gerçekleştiği dünyanın en önemli deniz ticaret yollarından birisi olan Ortadoğu’yu Akdeniz’i ve Avrupa’yı Hint okyanusuna bağlayan Süveyş Kanalı-Kızıldeniz rotasının adeta giriş ve çıkış kapısı olan bu Bab-el Mendeb Boğazı’nı İsrail ile ilişkili olan gemilere kapattı.
Nihayet korkulan oldu ve Gazze savaşı bölgeye sıçradı. Yemen’deki Husiler küresel ticaretin yüzde 12’sinin gerçekleştiği dünyanın en önemli deniz ticaret yollarından birisi olan Ortadoğu’yu Akdeniz’i ve Avrupa’yı Hint okyanusuna bağlayan Süveyş Kanalı-Kızıldeniz rotasının adeta giriş ve çıkış kapısı olan bu Bab-el Mendeb Boğazı’nı İsrail ile ilişkili olan gemilere kapattı. Ellerindeki füze ve insansız hava araçlarıyla boğazı kontrol eden Husiler buradaki gemi trafiğine ve uluslararası ticarete büyük bir tehdit oluşturuyorlar. Husiler, deniz operasyonlarının Filistin halkını desteklemeyi amaçladığını ve “güç gösterisi ya da kimseye meydan okuma” olmadığını söylüyor.
Uluslararası deniz nakliyat şirketleri gemilerinin ve mürettebatlarının güvenliği nedeniyle Kızıldeniz üzerinden giden rotalarını Ümit Burnuna çevirerek Afrika’ya dolaşarak Avrupa’ya gitmeye başladılar. Bu rota değişikliği hem zaman hem de para kaybı anlamına geliyor. İsrail’e giden gemiler de tüm Afrika kıtasını dolaşarak Cebeli Tarık boğazından geçerek İsrail’in Akdeniz kıyılarına geliyor. İsrail’in Kızıldeniz kıyısında olan Eliat Limanı’nda işler durmuş durumda, büyük bir ekonomik kriz yaşanıyor.
Bab el-Mendeb, 2023’ün ilk yarısında küresel deniz yoluyla taşınan toplam petrol ticaretinin yüzde 12’sinin ve sıvılaştırılmış doğal gazın yüzde 8’inin geçtiği yer. Her yıl 17 binden fazla gemi buradan geçiyor ve bunların bir kısmı kendilerini Akdeniz’e götüren ve Asya ile Batı arasında bağlantı görevi gören Süveyş Kanalı’ndan geçiyor. Bu nedenle, ABD, Kızıldeniz’de gemilerin seyrüsefer özgürlüğünü sağlamak adına 18 Aralık’ta İngiltere, Bahreyn, Kanada, Fransa, İtalya, Hollanda, Norveç, Seyşeller ve İspanya’dan oluşan Refah Muhafızı Operasyonu adı verilen bir deniz koalisyon gücü kurduğunu duyurdu. Ancak birkaç gün sonra İspanya’nın tek taraflı kurulduğunu iddia ettiği bu koalisyona katılmayacağını ancak AB ve NATO misyonu olursa katılacağını açıkladı. Öte yandan , Kızıldeniz gücü adı verilen bu koalisyona AB, NATO, Hindistan ve Japonya’nın da katılacağı duyuruldu. Çin ise bu güce katılmayacağını açıkladı. Kremlin’den benzer bir açıklama geldi. Dimitri Peskov, Rusya’nın ABD’nin önderliğinde kurulan Refah Muhafızı Operasyonuna katılmayacağını açıkladı. Husiler de Çin ve Rusya gemilerine dokunulmayacağını duyurdu.
Çin ve Rusya; hatta İspanya Kızıldeniz’deki bu görev gücünün ABD tarafından değil BM tarafından oluşturulması gerektiğinin altını çiziyorlar. Fransa ise göndereceği gemilerin komutasını ABD’ye vermiyor, kendisi komuta edecek. ABD, böyle bir koalisyona Çin ve Rusya’nın girişimiyle BM Güvenlik Konseyi’nden destek alamayacağını bildiği için tek taraflı olarak kendi iradesiyle böyle bir güç kurma yoluna gitti. Muhtemelen yasal zemini de BM antlaşmasının kolektif meşru müdafaayı düzenleyen 51.maddesi gereğince İsrail’e ve diğer ülkelerin gemilerine karşılık yapılan saldırılara karşı kolektif meşru müdafaa hakkını kullanma üzerinden oluşturdu. ABD’nin İsrail’e desteğinin hukuki zemini de BM antlaşmasının 51. maddesidir. Bilindiği üzere 2015 yılında Rusya’nın Esad yönetimine yardım için Suriye’ye gelmesi de BM antlaşmasının 51.maddesi uyarıncaydı. Ancak birçok ülke için 51.madde yeterli görülmemektedir. Daha geniş bir katılım için BM Güvenlik Konseyi kararı gerekmektedir. ABD’nin diğer bir seçeneği de NATO’yu buraya getirmektir. Şu an için Türkiye’nin gündeminde İsrail’i koruma adına Kızıldeniz’e gemi gönderme yok. İleride bu görevin vasfı ve hukuki meşruiyeti değişirse Ankara’nın politikası da değişebilir.
Bölgede daha önce Aden Körfezindeki korsanlık faaliyetleri için kurulmuş mevcut koalisyon güçleri de bulunmaktadır. Bunlar:
Avrupa Birliği Somali Deniz Kuvvetleri (EUNAVFOR) tarafından kurulan Atalanta Operasyonu, denizleri korsanlıktan korumaya yönelik BM kararlarını desteklemek amacıyla Afrika Boynuzu ve Batı Hint Okyanusu’nda faaliyet gösteriyor. Merkezi İspanya’dadır.
Agenor Operasyonu, Körfez ülkelerinden petrol ihracatı için önemli bir nakliye yolu olan Hürmüz Boğazı’nda seyrüsefer özgürlüğünü garanti etmeyi amaçlayan, Avrupa liderliğindeki bir operasyondur.
Birleşik Deniz Kuvvetleri (CMF), ABD Donanması Beşinci Filosu’nun üssü olan Bahreyn’den ABD tarafından yönetilen çok uluslu bir denizcilik ortaklığıdır. CMF’nin NATO ve Avrupa devletleri, bölge ülkeleri ve diğer uluslar da dahil olmak üzere 39 üyesi vardır. Görevlerinden biri Kızıldeniz’de faaliyet gösteren Birleşik Görev Gücü 153’tür (CTF 153).
ABD, her fırsatta Kızıldeniz’de oluşturulan gücün savunma amaçlı olduğunu, Husilerin saldırılarını caydırmayı amaçladığını söylüyor. Husiler ise, sadece İsrail ile bağlantılı olan gemilere yönelik eylemlerde bulunacakları diğer ülkelerin gemilerine herhangi bir eylemde bulunmayacaklarını söyleseler de pek inandırıcı olamadılar. ABD’nin yeni hamlesine karşın Husiler Kızıldeniz’i bir gemi mezarlığına çevireceklerini söylüyorlar.
Buraya kadar son bir haftadan beri medyadaki tartışmalardan bahsedildi, ancak ABD’nin Husiler’den daha öte stratejik hedefleri var ki Husiler bunu adeta ABD’ye altın tepside sundular. O da stratejik deniz yollarının kontrolü. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında deniz İpek Yolu’nun en fazla kullandığı Kızıldeniz-Süveyş kanalı rotası şimdi ABD ve müttefiklerinin kontrolü altında. ABD’nin Husi hedeflerine saldırmayacağını söylemesi ve savunmada kalacağını söylemesi de açıkça ABD’nin temel derdinin Husiler olmadığını göstermektedir.
2008’de de benzer bir girişim Aden Körfezinde Somalili korsanlara karşı oluşturulmuştu. El Kaide ile bağlantılı korsanların bir anda başlayan saldırıları bir anda kesilmişti. O dönemde de ABD’nin stratejik deniz yollarını kontrol altında tutmak için korsanların bahane edildiği söylenmişti.
Reel politik olarak ABD’nin şu andaki en büyük problemi zar zor sağlanan Suudi Arabistan-Husi barışı ve Suudi Arabistan’ın İran ile normalleşen ilişkileridir. Bu süreçte bu barışın çabuk bozulabileceği söyleniyor. Her ikisine de Çin’in arabuluculuk ettiği düşünülürse bu barışın bozulmasından ABD memnuniyet duyacaktır. Zira Çin’in arabuluculuk misyonu başarısız olacaktır. ABD, Ortadoğu’da düzenin diplomasi ile yani yumuşak güç (soft power) ile değil sert güç ile (hard power) tesis edileceğinin mesajını vermek istiyor.
Dahası, tüm dünya Gazze’ye odaklanmışken ABD’nin bir anda Kızıldeniz’e kontrol altına alması Aden Körfezi ve Basra Körfezi gibi bitişik bölgelerde de etkisini gösterecek olması, uluslararası kamuoyunun dikkatini de bir anda bu bölgeye çekti. ABD’nin son dönemde Hint-Pasifik stratejisi deniz yolları ve önemli geçişlerin kontrol edilmesi üzerine kurulu. Bu bağlamda, Hürmüz Boğazı, Cebel-i Tarık Boğazı, Taiwan Boğazı, Güney Çin Denizi, Malakka Boğazı, Bab-el Mendeb, Süveyş Kanalı, Panama Kanalı ve Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının kontrolü hayati derece önem taşıyor. ABD’nin Doğu Akdeniz’de askeri yığınak yapması ve Kızıldeniz’i abluka altına alarak Basra Körfezi üzerinde gücünü hissettirmesi son dönemde İran ile Basra Körfezinde yaşadığı gemi alıkoyma krizinin de önüne geçecek.
Mısır, son gelişmelerden dolayı Süveyş Kanalı’nın gelirinin düşmesi nedeniyle zor durumda. Ama daha önemlisi 1956’da millîleştirdiği Süveyş Kanalı’na ABD’nin göz dikmiş olmasıdır. ABD tüm önemli geçiş noktalarını kontrol etmek istiyor. Bugün Taiwan Boğazı’nda ve Güney Çin Denizi’nde Çin ile yaşadığı gerginlik tamamıyla deniz hakimiyeti içindir. Aynı şekilde, Doğu Akdeniz’de ve Ege’de ve özellikle Dedeağaç’ta yaptığı askeri yığınak ve Yunanistan üzerinden yarattığı gerginlik ise Türk Boğazları içindir. Ukrayna krizi ise Karadeniz’de var olmanın mücadelesidir.
Ayrıca, Kızıldeniz’deki bu yeni görev gücü Çin’i Avrupa, Ortadoğu ve Akdeniz’den izole etmeyi de amaçlıyor. Kızıldeniz’de artan Amerikan askeri gücü ki buna yakında NATO ve Hindistan da katılacak. Dolayısıyla, buradaki deniz yolları artık Çin için güvenli ve istikrarlı olmayacak. Her ne kadar Kara İpek Yolu olarak adlandırılan ve daha çok demir yolları üzerinden Avrupa’ya ulaşan Çin’in yeni ticari yollarına rağbet artmış gibi gözükse de Avrupa’ya iki önemli rota var şu anda; bir tanesi Rusya üzerinden giden geleneksel hat ki bu hattın şu anda Ukrayna savaşı ve yaptırımlar nedeniyle potansiyelinin düştüğü biliniyor, bir diğer rota ise İran üzerinden Türkiye’den Avrupa’ya ulaşan demiryolu hattı. Bir de Türkiye’nin Orta Koridor adını verdiği Hazar ve Kafkas geçişli Bakü-Tiflis-Kars demiryolu üzerinden Türkiye’ye oradan da Avrupa’ya ulaşan bir demiryolu ağı da bulunmakta; ancak Çin için en istikrarlı, en uygun, en fazla kullandığı Rusya güzergahı ancak bilindiği üzere Ukrayna savaşı ve Rusya’ya yönelik yaptırımlar nedeniyle bu güzergah tam anlamıyla işlemiyor.
Sonuç olarak, ABD bir taşla birkaç kuş vurmanın arayışında gibi. Bir taraftan İsrail’e yönelik saldırı ve baskılar azaltmaya çalışırken bir tarafta da Basra Körfezinde İran’a gözdağı vermektedir. Ancak en uzun soluklu politikası ise Çin’in deniz üzerinden yaptığı ticareti sekteye uğratmak ve önemli deniz geçiş yollarının kontrolünü ele geçirmek olarak özetlenebilir. Bu koalisyona katılmayan diğer bölgesel ve küresel güçler kendi aralarında ikinci bir koalisyon gücü oluştururlar mı ? Cevap: Artık her şey mümkün olabilir. Daha önemlisi dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condelezza Rice’ın 2006’da Tel Aviv’de açıkladığı ve daha sonra bir kez daha 22 Eylül günü BM kürsüsünden Netanyahu’nun ağzından duyduğumuz Yeni Ortadoğu projesinin bu süreçte hayata geçirilme ihtimali…
Çinli uzmanlar ise ABD liderliğindeki çok uluslu koalisyonun yalnızca bir “yara bandı çözümü” olduğunu ve bir ateşkes anlaşması olmadığı sürece Ortadoğu’da durumun daha da kötüleşebileceğini söylüyor.
www.ekonomigundemi.com.tr