Ülkede olup bitenlere ve bu ülkeyi yönetenlerin, yönetmeye talip olanların da söylediklerine yaptıklarına, ülkenin içine düştüğü her yönden vahim duruma baktıkça içimden hiç bir şey yazmak gelmiyor ki içinde bunduğumuz durumun çapıcı bir göstergesi olan, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu, su sorunu geldi. “Çarşı, her şeye karşı.” sloganını anımsıyorsunuz değil mi? Beşiktaş’ın, Türkiye aşıkı taraftar grubunun sloganını. Aradan yıllar geçmesine karşın hala birilerinin korkulu rüyası olan Gezi Direnişi’nde de onlar vardı, Hakkâri’de, Zap Suyu’nun üzerine köprü yapılmasında da. “Çarşı her şeye karşı” sloganının aslında nasıl bir ülke mücadelesini anlattığını bir kez daha anımsadım ve kendi geleceğini ve bekasını ilgilendiren su sorunu ile tek kişilik ordu gibi büyük bir savaş veren bir kişiyi ve başında bulunduğu derneği yazmak istedim.
Hidropolitik Akademi veya Su Politikaları Derneği’ni. Biraz havamız değişsin. Ama, merkezi Ankara’da olan bu, bir avuç adanmış kişiden oluşan Derneği ve başındaki Dursun Yıldız’ı anlatmadan önce Türkiye’nin, nedense kimselerin pek ciddiye almadığı izleniminde olduğum su sorununa kısaca değinmekte yarar var. Aklınızı bir alay rakam, istatistik vs. ile karıştırmak istemem. O nedenle sorunu satırbaşları halinde anlatmaya çalışacağım. Türkiye su zengini bir ülke değildir. Son 60 yılda yaşanan gelişmelere bakıldığında hızla, su fakiri yani kurak ve çorak bir ülke olma yolundadır.
Tarihçi Heredot’un anlattığına bakılırsa, onun zamanında bir sincap, İzmir’den Hakkâri’ye kadar hiç ağaçtan inmeden gidebilirmiş. Bugün Anadolu’da bir sincap, en sık ormanda bile ağaçtan inmeden neredeyse birkaç kilometre gidemeyecek duruma düşmüştür. Su varlığı, ağaç varlığı ile doğru orantılıdır. Yani ağaç, orman olacak ki buharlaşma olsun. Buharlaşma olacak ki yağmur, kar olsun yani su olsun. TEMA Vakfı’nın, “Türkiye Çöl Olmasın” sloganı, Türkiye’nin durumunu en çarpıcı biçimde anlatan slogandı. Hoş bu sloganı bulan TEMA, Türkiye’de ormanlara ve sulak alanlara en büyük zararı veren, rahmetli Süleyman Demirel’e, “erozyonla mücadele ordularının başkomutanı” payesini verip, göğsüne bir de yeşil yaprak rozeti takmıştı, o da başka!
Sulak alanlar, Demirel’in iddiasının aksine, “bataklık sivrisineklik” değil, bir ülkenin su varlığının can damarlarıdır. Suların hızla denizlere akmasını önler, suları arıtır, yer altı sularını besler, havadaki nem oranını artırır, kuralığı önler, yağmur yağdırır. Türkiye son 60 yılda, sulak alanlarının yarısından fazlasını yok etmiştir. ABD’de, Bataklıkları Koruma Kanunu ise 1940’lı yıllardan beri yürürlüktedir ve titizlikle uygulanır. Yanlış tarım ürünü ve sulama politikaları, Türkiye’nin önce Batı’sını susuz bırakmıştır. Doğu’daki büyük nehirlerden Batı’ya su aktarılması projeleri gündeme gelmiştir. Gelmiştir de, Fırat ve Dicle gibi büyük nehirlerin üzerine yapılan barajlar, ormansızlaştırılmış çevrelerindeki erozyon nedeniyle kısa ömürlü olmuş, kaldı ki bu barajlar, tarım ve hayvancılık yerine elektrik üretiminde kullanılmışlardır.
Ayrıca bu büyük suların uluslararası yansımaları vardır. Türkiye yıllardır, Suriye ve Irak’la, bu nehirler üzerinde hakkı olan barajları yaptığı için anlaşmazlıklar yaşamaktadır. Bu konu, bazı komşu ülkelerin yıllarca ve belki bugün de, PKK terörüne verdikleri desteğin bir ayağını oluşturmaktadır. Türkiye dış dünyaya, haklılığını anlatmakta bile zorlanmaktadır.** Sonuç olarak bugün Türkiye, bir yanda susuzluk ve giderek azalan su varlığı ile diğer yanda da çarpık kentleşme, plansız sanayileşme ve tarım politikaları nedeniyle seller, su baskınları, su kaynaklarının hızla kirlenmesi sorunlarıyla boğuşmaktadır. Dahası da var da ayrıntılara girip zamanınızı almak istemiyorum.
Ne yazık ve gariptir ki Türkiye’nin içinde bulunduğu ve gün geçtikçe daha da ağırlaşan bu vahim durumu görmesi ve önlem alması gereken yöneticiler, aksine tek kişinin imzası ile hala her gün binlerce hektar orman arazisini ormanlıktan çıkarmakta, tarım arazilerini imara açmakta, sulak alanları yok etmektedir. Ve bütün bunların böyle olmaması gerektiğini, Hidropolitik Akademi-Su Politikaları Derneği, inanılmaz bir mücadele gücü ve azmi ile içeride yöneticilere ve kamuoyuna; dışarıda da dünyaya anlatmaya çalışmaktadır. Gün geçmiyor ki Akademi-Dernek Başkanı Dursun Yıldız, bir gazetede kendisiyle yapılan bir söyleşide, haberde; bir televizyonda durumu anlatmasın, çıkış yolu göstermesin. Dernek ayrıca düzenli bir bülten yayımlıyor ve birçok uluslararası toplantıda, konferansta Türkiye’nin tezlerini savunuyor, çıkarlarını koruyor. Yurtdışında kurduğu bağlantılarla çok da başarılı oluyor.
Yanılmıyorsam Churchill, Alman Hava Kuvvetleri’nin Londra’ya yaptıkları yoğun saldırılarda (Battle of Britain) onlara karşı duran Kraliyet Hava Kuvvetleri pilotları için, “tarihte hiç bir zaman, bu kadar çok kişi, bu kadar az kişiye, bu kadar çok şey borçlu olmamıştır.” demişti. Bugün yaşasaydı bu sözleri Hidropolitik Akademi-Su Politikaları Derneği ve onun Başkanı Dursun Yıldız ile iki elin parmaklarını geçmeyen ekibi için söylerdi. İyi ki varsınız. Bir gün gelecek ve sizin ne anlatmaya çalıştığınızı, iktidardakiler bile anlayacak ama korkarım Türkiye çok büyük bedel ödeyecek. Yol yakınken dönsek iyi olur.
Kaynak: EKONOMİ GAZETESİ